25 Ocak 2014 Cumartesi

Simmel ve Grosz Arasındaki En Kısa Mesafe

G. Grosz - Yoldan Geçenler (1921)

Bir sosyolog olan Simmel’i bir sanatçı ile karşılaştıracak olursak bu isim hiç kuşkusuz ressam George Grosz olacaktır. George Grosz ve Georg Simmel arasındaki benzerlik Berlin’de yaşamalarının ötesinde çalışmalarının, Grosz’un resimlerinde Simmle’in ise sosyolojik çalışmalarında, gündelik hayatın anlatımına odaklanıyor olmasıdır. 

Simmel, deyim yerindeyse, bütün sosyolojisini gündelik hayatın içine, gündelik hayatı da düşünce merkezine, yerleştirmiştir. Bu yüzden sosyolojisi, yer yer kendisinin de kullandığı gibi, “biçimsel sosyoloji’’ olarak adlandırılır. Metinlerinde kullandığı toplumsal tipler tamamen gündelik hayatın içindendir ve gündelik hayatın içinden oldukları ölçüde de efektif varoluşlardır. Anlaşılamayabilirler ama hissedilirler.[1Yabancı, yoksul, cimri, maceracı, soylu... gibi toplumsal tipleri, olduğu gibi gündelik hayatın içinde her an rastlanabilir tipler’dir. Simmel’in sosyolojisinin özü, modern kent hayatının izlenimlerinin bir tür formüle edilmesidir. Misal yabancı tiplemesini Simmel şu şekilde formüle eder: bir yabancıya kimse yabancı olamaz. Yani bir ‘’yabancı’’ herhangi birisi değildir. Birisini yabancı olarak tanımlayabilmek için onun hakkında belli ölçüde bir bilgi, bir izlenim sahibi olmak zorundayızdır. Simmel bu yüzden, Ulus Baker’in de belirttiği gibi, bir toplumsal tipin her zaman toplum tarafından yaratılacağına dikkat çeker. Bir toplumsal tip olan ‘’yabancı’’nın yanı sıra diğer bir toplumsal tip olan ‘’yoksul’’ için de aynı şeyi öne sürer ve formüle eder.  "Yoksulluk" olsa bile "yoksul" diye bir tip olmayabilir. Varolması için toplumun "yoksulları" keşfetmesi, bu sorun için birilerini hedef seçerek tavırlar alması[2] gerekir.

Simmel’in bu toplumsal tipleri, garip bir şekilde, George Grosz resimlerinde görselleştirilir. 1920’lerde Berlin’de yaşamış olan ve 1893’te Georg Ehrenfried Gross adıyla doğmuş olan Grosz, I. Dünya Savaşı ile yükselişe geçen Alman milliyetçiliğine karşı bir protesto olarak adını İngilizleştirdi. Savaşın Marksist bir devrimciye dönüştürdüğü Grosz, 1919’da Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht öncülüğünde başlatılan Spartaküs İsyanı’na katıldığı gerekçesiyle tutuklandı fakat sahte kimlik belgeleriyle kaçmayı başardı. Aynı yıl Alman Komünist partisine katıldı. Beş ay Rusya’da kalıp Lenin ve Troçki ile tanıştıktan sonra 1922’de Komünist Parti’den ayrıldı. Bu ayrılığa gerekçe olaraksa diktatör otoritelerin her türlüsüne karşı olmasını gösterdi.

Grosz’un,  Şehir (şurada) (1916-17), Patlama (şurada) (1917), Metropolis ve Cenaze (şurada) (1918) Yoldan Geçenler (şurada) (1921) gibi eserleri gündelik hayatın izleniminden ve bu izlenimlerin  tuvale  yansıtılmasından  ibarettir. Grosz’un gerçekçi eserlerinde, yaralı, sakat ve kötürüm askerler, fahişeler ve ensesi kalın kapitalistler ile ahlaksız, yaşlı generaller ve düşkün bohemler, hepsi de iç içedirler.[3

Grosz’un Richard Nagy Galarisi’nde (Londra) Georg Grosz’un Berlin’i: Fahişeler, Politikacılar, Rantçılar[4adıyla açılan sergisi adeta Simmel’in metinlerine verdiği başlıkları andırıyor. Misal, ‘’bir toplumsal etkileşim biçimi olarak: Fahişelik’’. Tabii benzerlik bir isim benzerliğinden ibaret değil. Aynı zamanda her iki düşünür de eserlerinde bu tür toplumsal tipleri formüle (Simmel metinleri) etmiş ve görünür (Grosz resimleri) kılmışlardır.

‘’[...] günümüzde sosyoloji insanı kaybetmeye, onu rakamlaştırmaya ya da "kanaat sahibi" ve "soru sorulacak" birimler haline getirmeye başladığında Simmel devrini gerçekten özlüyoruz...’’[5]

Potlaç Blog

 24 Ocak 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder